2 Aralık 2017 Cumartesi

Travma..

         
 
 
      Stres, genelde bilinenin aksine dozu aşılmadığı zaman faydalı da bir şeydir. Stres ile karşılaşan kalp, vücut kasları ve beyin belli ölçüde güçleniyor. Stresi bir nev’i aşı olarak düşünmek mümkün. Kontrollü stres, insanı olaylara hazırlıyor. Fiziksel ve mental olarak güçlendiriyor. Kronik stresin Alzheimer hastalığını tetiklediği bilinirken, arada sırada karşılaşılan kısa süreli stresin, düşünce ve irdeleme gücünü tetiklediği, hafızayı çalıştırdığı ortaya çıkmış. Bu veriler ışığında, vücudun aslında ne kadar karmaşık ve muazzam bir dizayn olduğunu yeniden görüyoruz. Önemli olan stresi kontrol edecek diğer unsurlara da (eğlence, spor, dinlenme gibi) zaman ayırmamız.
 
      Hayatımda farklı zamanlarda farklı travmalar geçirdim. 20 yaşımda halısaha da top oynarken ölüme yaklaştığım bir durum oldu. 2016 Şubat'ın da çift çene ameliyatı olarak yine ölüme yaklaşma anlamında farklı bir travmam oldu. Bunlarla kıyaslanamayacak olsa da ufak çapta travmalarda geçirdim. Bunların arasında neden beni buluyor dediğim duygusal travmaları sayabiliriz. Bir de fanatik bir Fenerbahçe'li olarak 2006-2009 ve 2012 yıllarında son dakika da kaçan 3 şampiyonluğu atlatmakta kolay olmadı derken birde bunların üstüne yetmezmiş gibi 3 Temmuz olayı patladı :) Bu arada ortaokul arkadaşım tarafından dolandırıldım. Anne-Baba ayrılığı zaten başlı başına en büyük travmaydı ve en uzun etkili olan o oldu.
 
     Bu travmalardan (önemli olanlardan) sıyrılamayıp kendi çözüm yolumu farklı bir şekilde de bulabilirdim. Yetiştiğim çevrede buna müsaitti. Bir gün bu sorunlar birikti birikti birikti ve baktım ki yaşadığım dünyayı değiştiremiyorum işte o zaman kendi değişme zamanımın geldiğini düşündüm. Değişim kararını verdikten sonra ise aslında yaşadığım hiç bir şeyin tesadüf olmadığını ve bunların bana eksiklerimi göstermek amacıyla verilen bir hediye olduğunu gördüm. Okumaya başladığım kitaplardan yaşadığım sıkıntıların adını koydum. 
 
     Buradan öncelikle beni dolandıran ortaokul arkadaşıma teşekkür ediyorum bana bedeli para ile ifade edilemeyecek bir hayat dersi verdiği için.. Mahalle baskısının yoğun olduğu konularda bana hayat dersi veren siyaset ve spor konusunda tartıştığım kişilere teşekkür ediyorum ne kadar boş tartışmalarla zaman kaybettiğimi gösterdikleri için.. bana duygusal travma yaşatan arkadaşlara teşekkür ediyorum evleneceğim yolda beraber yürüyeceğim insanın kıymetini gösterdikleri için.. en büyük teşekkürü de Annemle Babama ediyorum. Farklı dünyaların farklı insanları olmasalardı ben hayata farklı açılardan bakamayacaktım.. ONLAR BENİM HEM EN BÜYÜK ŞANSIM HEM DE EN BÜYÜK ŞANSSIZLIĞIM ;)

Başkası olma kendin ol..

    


        Kendini olduğundan farklı gösterme çabası örneklerine son zamanlarda en çok sosyal medyada rastlayabiliyoruz. İnstagram'da uçuşan mutlu hayatlar bunun en bariz örneği. Benim başıma gelen örnekte ise durum biraz daha farklı. Farklı hayat tarzları arasında sıkışan biri olarak değer verdiğim insanlara en çok "Hayır" diyememekten dolayı kendimi ait hissetmediğim ortamlara girip, kendim olmayan biriymiş gibi davranmam beni en çok rahatsız eden durumlardan biriydi. Gene çelişkide kaldığım başka bir durum, 4-5 yıl öncesine kadar mahalle baskısının yoğun olduğu alanlarda kendi düşüncelerimi ifade edemeyip pasif durumda kaldığım zamanlardı.

     Bu durumlardan ilkini şu şekilde aştım. Ben arkadaşımı bir yere çağırdığım da işim var gelemem diyordu. Meğerse işi olan arkadaşın bütün işi gücü televizyon seyretmekmiş. O beni çağırdığında, bana kırılmasın diye gidiyordum. Baktım ki bu durum "İyiniyet Suistimali" ne doğru gidiyor. Arkadaşımı karşıma aldım ve "ben o yere gitmek istemiyorum eğer sana yalan söylememi istiyorsan bende senin gibi işim var diyeyim" dedim. Dürüst olmak işi çözmüştü..

     Diğer durumda o zamanlar farklı fikirleri savunduğumuz bir muhabbet ortamında siyasetten konuşurken karşı taraf bana göre doğru olmayan bir yorumda bulunulduğun da kanaatimce bu durum böyle değil diye karşı çıktığımda şiddetli bir itiraz gelmişti. Dedim ki abi eğer senin hoşuna gidecek şeyler söylememi istiyorsan, bana bir A4 kağıdına ne konuşacağımı yaz, sende beni onaylarsın tartışma vs olmaz. Aynı kural burada da geçerli olmuştu.

     İnsanın bir duruşu olması gerektiğini düşünüyorum. Burada önemli olan sahip olduğun duruşun başkasının duruşuna müdahale etmemesi. Bu müdahalenin de olma şekli sadece aşırılık ve negatif bakış açısıyla oluyor. Bir insan yüzsüz olmamalı ama ikiyüzlü de olmamalı. Burada ki denge gibi. Aslında yaş aldıkça DENGE' nin hayatımızdaki yerinin bizim düşündüğümüzden çok daha fazla olduğunu düşünüyorum. 

         

Atatürk vs Erdoğan değil, Atatürk ve Erdoğan...

     Bu yazının başlığından rahatsız olanlar olmuştur. Hatta farklı ideolojilerin aynı şahinlikteki savunucuları tarafından siyaset konuştuğumuzda sen iki lideri nasıl yan yana koyarsın diye özel sohbetlerimizde söylemler duyduğumda olmuştur. Benim için kimin ne dediği belli bir tarihe kadar önemliydi ama artık kimin benim için ne düşündüğü umrumda değil. İnsanlar nasıl Tayyip Erdoğan'a olan nefretlerini veya Atatürk'e olan nefretlerini "Bu benim düşünce özgürlüğüm" kılıfı altında paylaşmaktan çekinmiyorsa, nefret yerine yapılan hizmeti ve iki liderinde uzun dönemli bağımsızlık mücadelesini taktir etmeyi cesaretle söylemenin çekinilecek hiç bir tarafı olmadığını düşünüyorum. Biliyorum bu yazımdan sonra "Metin keşke bu konulara girmeseydin" diyenler olacak. Bunu diyenlerinde genelde bütün gün sosyal medyadan Atatürk/Erdoğan üzerinden nefret yazıları paylaşması manidar.. Ben hiç değilse kendi düşündüklerimi sözlü veya yazılı olarak beyan ederken başkaları gibi karşı tarafı hedef almadığımı biliyorum. Çünkü benim düşüncelerim nefret-karamsarlık-hamaset üzerine değil. Bunu söylerken tek tarafı hedef almıyorum. Fanatik olan herkesi kastediyorum. A partisi veya B partisi farketmiyor. İnsanları Atatürk mü Erdoğan mı sorusu üzerinden sanki birini seçmeye mecburmuşsun gibi bir algı var.

     Öncelikle ben bu konuda kendi düşüncemi söyleyeyim. Atatürk'te, Erdoğan'da zor konjenktürler de ülkeyi yöneten milyonları peşinden sürükleyen, karizmatik, bir satranç oyuncusu gibi uzun dönemli hamleler yapan siyasi aktörler. Biri cumhuriyetçi geleneğin temsilcisi, diğeri de muhafazakar geleneğin..

     10 Kasım sabahı kendi instagram hesabımdan bir resim paylaştım. Bu resme gelen ilk tepkilerden biri fanatik muhafazakar bir arkadaştan geldi "Oooo Metin Atatürk'çü olmuşsun"... Atatürk hayranı biri değilim, Erdoğan hayranı biri de değilim.. Ama bir kesim tarafından Atatürk'çüyüm diğer kesim tarafından Erdoğan'cıyım. Beni kim nasıl kafasında şekillendirirse şekillendirsin önemli değil. Benim için kendi vicdanımın ne dediği önemli. İki liderinde zamanında yaptığı yanlışlar var. Dönemlerinin zorlukları itibariyle, dipnot olarak belirteyim tabi ki Atatürk'ün döneminin zorlukları şu an ile kıyaslanamaz ama 15 Temmuz başarılı olsaydı Kurtuluş Savaşı'mızı arardık. Çünkü Kurtuluş Savaşında düşman belliydi burada ise düşman kendi ordumuz içinde olacağından at izi ile it izlerinin birbirlerine çok karıştığı ortamlarda hangi şartlar ve koşullar altında olduklarını tam bilemediğimiz durumlarda verdikleri kararlar yüzünden de kısa dönemde hatalar yapmışlar. Ben mikro hatalara bakmıyorum. Benim için resmin bütününü görmek önemli. Bu milletin bekası için makro ölçüde ne yaptıkları önemli. Bu ülke için hiç bir şey yapmamış saatlerce survivor, evlilik programları, tv dizileri yada futbolla uyuşturulmuş mikro düşünebilenlerin, makro ölçüde ne olup bittiğini bilmeden ülkesini tüm dünyanın saygı duyacağı şekilde temsil eden liderleri eleştirmeleri normaldir...

1 Aralık 2017 Cuma

Bilgi...

     Bilgi, çağımızın en önemli silahıdır. Biz bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayı çok severiz. Kulaktan duyma şehir efsaneleri ile doludur hayatımız. Her konuda iddaalıyızdır. Duyduğumuz yada gördüğümüz bir şeyi kendi yorumlarımızla birleştirip peşin hüküm (Önyargı) vermeyi de severiz. Bilmek için araştırmak bize zul gelir. Oysa ki "Google" amcamız bize bu konuda mükemmel bir şekilde yardımcı olur. Bilmediği şey yoktur. Yalan yanlış bilgi de çoktur ama doğru bilgiye ulaşmaksa amacınız her türlü ulaşırsınız. Özellikle mahalle baskısının yoğun olduğu konularda çok biliriz. Futbolsa, siyasetse en iyi teknik direktör yada en iyi siyasetçi bizizdir. Bu konuda fazla bilgim yok sadece televizyonlarda konuşulduğu kadar yada köşe yazılarında okuduğum kadar biliyorum demek bize zor gelir.
 
     Oku, bize ilk emir değil midir? Peki biz okumamız gerekirken, ilerlememiz gerekirken, gelişerek öğrenmemiz-öğrenerek gelişmemiz gerekirken ne yapıyoruz? Gelsin Survivor lar, gitsin diziler. Spor yap? Kitap oku?  Olmaz vaktim yok... Televizyon seyretmek için yada sosyal medyada  saatlerce  oyalanmak için vakit var ama.. Aylık 100 TL spora ver desen ya çok para hem de gereksiz diyen arkadaşlar günde 2 paket sigara (20 TL) söz konusu olduğunda hemen Tekel bayisinde soluğu alabiliyor. Kendimize dürüst olalım. Bahane üretirken gösterdiğimiz bu üretkenliği kendimizi geliştirmek için de gösterelim.
 

30 Kasım 2017 Perşembe

Üslup...

    


     Sağlıklı iletişimi engelleyen en önemli unsurlardan biri ve hatta bence ikili ilişkilerde aile içi-özel-genel bütün anlaşmazlıklarda rol oynayan baş aktör. Biz millet olarak bu konuda yapılması gerekenin tam tersi yönde hareket ettiğimizden bizim ülkede üslubunu doğru kullananların oranı doğru kullanmayanlara göre azınlıkta kalıyor. Daha yetiştirilişimizde başlıyor üslupsuzluk. Youtube, ailelerin çocuğa ettirdiği küfürlerle ardından onu izleyenlerin kahkahalarıyla iyi bir davranış yapmışçasına bunu görüntüleyen videolarla dolu.. Yada çocuklara küfürlü tezahürat öğreten babaların videolarıyla..

    Küfür, hayatımızın bir parçası olmuş. Artık küfür etmiyorum diye bir karar aldığınızda ortama aykırı bulunuyorsunuz. Oysa ki tam tersi olması gerekirken. Bu durum da ben kişileri değiştiremeyeceğime göre takıldığım ortamları değiştirmek durumunda kaldım. Şöyle bir soru aklınıza gelebilir. Şimdi hiç mi küfretmiyorsun? Elbette ki insan yıllardır çevresinden edindiği alışkanlığı bir anda hemen bırakmak istese bile bilinçaltı ona hemen bıraktırmasa da bu noktada farkındalık önemli. Ayrıca benim küfürü bırakmamın temelinde iyiniyet suiistimali söz konusu. Niyetinden şüphe etmediğim insanların yanımda küfretmelerine müdahale de bulunmuyorum öyle bir müdahale de bulunmam gereksiz de olur. Bunu bir silah olarak kullanıp egosunu tatmin etmek için (bana söylemesi önemli değil) herhangi bir başkasına da söylendiğinde rahatsız oluyorum.

    Bu bağlamda yapılması gereken, sizi geriye götürecek dialoglardan, hareketlerden yada ortamlardan ziyade geliştirecek, sıradanlardan sizi ayıracak farkındalığı oluşturmaktır. Belki ilk başta yürüdüğünüz bu yolda zorlanacaksınız ama belli bir mesafe katettikten sonra aradaki farkı sizde hissedeceksiniz.

   

Mahalle Baskısı...

     Hepimiz öyle yada böyle mahalle baskısına maruz kalmışızdır. Özellikle mahalle baskısının yoğun olduğu konular bana göre 3 başlık altında toplanıyor. Bunlar Futbol-Siyaset-Dini değerler. Bu 3 konuda yerine göre hassaslaşabildiği için kullanılabilecek en ufak bir kelime yanlışlığı dostlukları ve arkadaşlıkları bitirebiliyor. Tabi ki çok uzun süreli dostluklar nispeten daha az etkilense de kişinin görüşlerinin esnekliğine göre de değişebiliyor. Dini değerler konusunda yapılan yanlışları Günümüz Muhafazakarları yazımda biraz değinmiştim.Ben 2011'e kadar özellikle futbol konusunda keskin çizgileri olan biriydim. Fanatik bir Fenerbahçe'liydim. Burada fanatik kelimesinin altını çiziyorum çünkü bize tribünlerde Fenerbahçe'yi desteklemekten ziyade rakip olan Beşiktaş ve Galatasaray'a küfretmemiz aşılanmıştı. Bu durum tabi sadece Fenerbahçe tribünlerine has değil. Futbolda işleyen tribün düzeni bu..

     2011'de ki şike travmasından sonra özellikle spor ve siyaset alanlarında ki empati duygumun güçlenmesini izleyen süreçte kendi kendime dedim ki "Ben Fenerbahçe'li olmasam böyle düşünürdüm" Çünkü kendi takımımızı desteklemekten ziyade rakip takımların mutsuzluğuyla mutlu olan bir taraftar bilincine sahip insanlarız biz.. Ya da aynı şey siyaset için geçerli kendi tuttuğumuz ideolojinin doğruluğundan çok rakip partinin yanlışları bizim dikkatimizi çekiyor. Bir haber okunuyor.. Algıda seçicilik yapıp haberin sadece işimize gelen kısmı hoşumuza gidiyor. Bir noktadan sonra artık eskisi gibi savunmamaya başladım. Sadece açıkça haksızlık gördüğüm yerlerde müdahil olacağım diye şartladım kendimi ama o da nafile ve kısa bir çabaydı.

     Hani bir söz var ya takım tutar gibi parti tutmak diye.. Ben günümüzde ki siyasette 3 farklı seçmen tipinin olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde lidere dayalı bir siyaset sistemi var. Bu tipleri sıralarsak;

1- Rakip parti liderinden anlamsızca nefret edenler (% 45)
2- Liderine sorgusuzca biat edenler (% 45)
3- Azınlıkta kalan tarafsızlar  (%10)

     Benim için anlamsızca nefret edenle, sorgusuzca biat eden aynı sınıfta. Bir de  şöyle bir durum var ki aynı zamanda bu ikisi birbirinden besleniyor. Sadece savundukları ideoloji ayrı. Savunma şiddeti aynı. Yani özde aynılar.. Bir taraf, diğer taraftan anlamsızca nefret ederken onu kötüleyen her yazılı-görsel-sosyal medyaya sorgusuzca biat ediyor ister istemez. Aynı şekilde liderine sorgusuzca biat edende  rakip parti lideri üzerinden nefret oluşturuyor ve bu iki fanatik lider odaklı partili anlayışı ben ve benim gibi düşünen diğer insanları otomatik olarak 3. gruba atıyor. Bu gruptakiler arasında iktidara veya muhalefete oy atanda vardır. Hatta hiç oy kullanmayan sayısı daha fazladır. Etrafınızda ilk 2 gruptan birileri varsa mümkün olduğu kadar onlarla siyaset konuşmamaya özen gösterin. Çünkü bu gruptakiler adeta siyaset merkezli yaşarlar ve başlarına gelen iyi yada kötü herşeyi siyasete bağlarlar. 1. grubu ağırlıklı olarak muhalefet partilerine oy verenler, 2.grubu da ağırlıklı olarak iktidar partisine oy verenler oluşturuyor. Tabi bunun tam tersi de mümkün ama yoğunluk olarak az. Ayrıca her partide bu 3 grup seçmenlerden de mevcut. Olan gelişmelere bakın, o gelişmelerle alakalı parti liderlerinin açıklamalarına bakın.. Neyin söylendiği değil de kimin tarafından söylendiği çok daha önemli bizim ülkemizde... Bugünün doğruları, yarının yanlışları olabiliyor. Geçmişin yanlışlarının bugün için doğru olabileceği gibi. Bu yüzden yakın çevremi, ilk 2 gruba girmeyen olaylara esnek bakabilen ve spor-siyaset-dini değerler gibi konularda aşırı keskin çizgileri olmayan kişilerden oluşturuyorum. Bu noktada yapılması gereken hem sportif anlamda taraftar kitlemizin, hem de siyasal anlamda partili kitlemizin daha çok empati yapması ve bilinçlenmesi gerekir. BURADA ÖNEMLİ OLAN FİKİRLERİMİZİ KARŞILIKLI BEYAN EDERKEN KARŞIMIZDAKİNİN FİKİRLERİNE SAYGI DUYMAKTIR.

29 Kasım 2017 Çarşamba

PARA-psikoloji...

     Kişisel Gelişim, içinde çok farklı dalları barındıran kapsamlı bir konu. Genel olarak kişinin kendi özelliklerinin farkına varıp olumsuz olduğu yönleri geliştirmeye giden bir yolculuk hikayesi. Bu konuyla ilgili olarak son zamanlarda ilgimin artmasından dolayı olabildiğince farklı kaynaklara bakıyorum. Düşüncelerimin şekillenmesinde katkısı bulunan, ilham aldığım, alanlarında çok faydalı bulduğum kişilerde var.. Bu kişileri Sayfalarımız sekmesinin altında Kaynaklar kısmında listeledim. Bu işi ticarete dökmüş, ortalıkta kurban pazarı gibi, elini sallasan koça değdiği, sizi maddi açıdan sömürmek için işin manevi kısmını hiç düşünmeyen, insanları bilinçaltlarında geçmişten oluşan engeli kaldırıp, mutlu ederken acaba bunu başkasının mutsuzluğu üzerinden mi yapılıp yapılmadığı konusunda özensiz davrananlar vs vs...

    Bir de meşhur 21 gün kuramı, mutlu olmanın 7 adımı, mükemmel bir erkek olmak için olması gereken 12 özellik, 375 aşamada huzurlu bir hayat gibi numerolojik epikler var. Bunlardan illaki işe yarayanlar vardır ama "Et tekrar-u ahsen velev kane yüzseksen" Tekrar et 180 kerede olsa sözünde anlatıldığı gibi (Gerçi burada da numara var ama :) ) Deneyim'i vuguluyor olamaz mı? Bir işi ne kadar çok yaparsak o işte o kadar daha iyi olamaz mıyız? Tecrübe ve Disiplin birleşince de arkasından gelen Başarı yüzdesi ister istemez artıyor..

     Başta değindiğimiz konuya tekrar dönecek olursak işini iyi yapan NLP uzmanları, spritüel yaşam koçları, kişisel gelişim uzmanları.. Bunların arasında gerçekten işinin ehli olanlar var ama işin içinde para olduğu zaman o iş bana samimi gelmiyor. Bu konuda kendisini taktir ettiğim birisi var. Haluk Tatar... Video Eğitim youtube kanalının sahibi. Tanıtım videosunda da belirttiği gibi "Bir konuda bir şeyi iyi biliyorsam, bunu öğretmenin yolu parayla olmamalı" diyor. KARŞILIKSIZ İYİLİK BUDUR İŞTE... Birinin hayatına dokunmak, onun karanlıktan aydınlığa giden yoluna fener tutmak bence güzel bir iyilik çeşidi. Bir işi ne kadar iyi yaparsan yap o işte en iyide olsan bir süre sonra vereceğin marjinal verim azalıyor. Bu yüzden hayatımda da az olsun ama samimi olsunu tercih etmişimdir.

27 Kasım 2017 Pazartesi

Günümüz Muhafazakarları...



      Maalesef ki çok doğru bir tespit Yusuf İslam'dan.. Genel tanımı, var olan durumu koruma amacını güden düşünce tarzıdır, muhafazakarlığın.. Genelde değişime kapalı diye adlandırılır muhafazakar olmayanlar tarafından. Oysa gerçekte öyle midir? Yoksa öylemi olmalıdır? Bir muhafazakarda olması gereken özellikler nelerdir?

     Öncelikle ben kendimi muhafazakar biri olarak tanımlıyorum ve kendi inanç çerçevem de inandığıma göre yaşamaya çalışıyorum. Kendi özel durumumdan dolayı dünyaya farklı noktalardan bakan bir anne ile babanın evladı olarak içinde bulunduğum farklı çevrelerin yakın bir zamana kadar fikirsel anlamda çelişkilerine de düştüm, sıkışıklıklarını da yaşadım. Sonunda bu olumsuzluklardan da olumlu noktaları çıkarmayı kendi adıma başardığımı düşünüyorum. Hz Ömer'in meşhur bir söz vardır bilirsiniz.

     Günümüzde kendini islami anlamda bir kanaat önderi olarak görmek, başkalarına örnek göstermek alınabilecek en büyük sorumluluklardan biri. Bırakın kanaat önderi olmayı en ufak bir konuda bile birbirimizi yeterince bilgi sahibi olmadığımız ve kulaktan duyma fikirlerimizle yargılarken ne kadar vebal altına girdiğimizi düşününce kendimize bu konuda Kuran-ı Kerim'den başka rehber edinmememiz gerektiğini düşünüyorum.

     Tecrübelerim doğrultusunda içinde çıkar birlikteliği olmayan samimi cemaat sayısı neredeyse yok denecek kadar azdır. Zaten böyle cemaatlerde fazla büyümezler. Bazı cemaatler olayı o derece abartmıştır ki, zikir çeken seccade yada kuran okuyan kalem gibi işi ticarete dökerek bundan ticari olarak faydalanmayı meşru görürler.

     Özellikle dini yaşamaları açısından bakıldığında da, yalan söylemenin büyük günahlardan biri olarak kabul eden birçok muhafazakar, çıkarları ters düştüğünde ortada ne kul hakkı kalır, ne de haram anlayışı... Bunun da dini açıdan bir gerekçesi vardır kendilerince.. Kendini ilmi anlamda iyi yetiştirmiş ama artniyetli muhafazakarlar bunu bir hadise dayandırma konusunda kendini yetiştirmişlerdir. Konuya tamamen hakimlerdir. Ayetleri kendine göre yontup, hadislerin anlatmak istediği esas noktadan değil de kişinin kendi işine gelen kısmı üzerinden değerlendirip kendi vicdani tatminlerinde konu meşrulaştırılır. Yapılan bu işleme, DİNİ KENDİNE YONTMA diyorum.

    Bence kendini iyi anlamda yetiştirmiş bir muhafazakar, başkalarını yaşam tarzlarından dolayı kendine zarar vermedikçe yada aşırıya gidilmedikçe yargılamamalıdır. Yaşantısıyla örnek olma durumu, söylemiyle örnek olmaktan çok daha etkili bir yöntemdir. En güzel örnekte Peygamber Efendimiz (SAV) varken neden illa tutunacak başka birileri arar ki insan? Arada sıkışmış, kafasında çelişkiler olan (yakın bir zamana kadar ki ben) gibi milyonlarca insan var. Günümüz muhafazakarlarının  yaptığı en büyük hata, insanları dine yönelteceğim   diye  dinden  soğutarak uzaklaştırmalarıdır. Babaların ve annelerin baskı yaptıkları çocukları üniversitede üzerinden baskı ortamı kalkınca kendilerini eğlenceye vermeleri tesadüf müdür? Peki ya ateizm, deizm yada benzeri ideolojilerin bu kadar yaygınlaşmasında ailelerin yaptığı aşırı baskının rolü nedir hiç düşündünüz mü? Edirne'de üniversitede okuduğum yıllarda ve memleketim olan Eskişehir'de bunları yaşayan arkadaşlarım oldu. Zaten bir şey olsa da nefsime uysam mantığıyla düşünen kitleye yapılan aşırı baskı veya  muhafazakarların din adına yaptığı yanlış davranışlar karşımızdaki kişinin dine karşı olumsuz önyargı beslemesini sonrasında da yaşadığı kısa süreli hazların etkisiyle kalbi mühürlenerek potansiyel DİN DÜŞMANI adayları yetişmesine katkı sağlandığı unutulmamalı... Dünya'ya pompalanmaya çalıştırılan İSLAMOFOBİ' de aynı mantıkla çalışıyor aradaki fark onlar bilinçli yapıyor bizse bilinçsiz...




23 Kasım 2017 Perşembe

Hazzı Ertelemek..

      Benimde görüşlerine değer verdiğim uzmanlardan biri olan Prof. Dr. Sinan Canan, bir TV söyleşisinde hazzı ertelemenin iradeyi geliştirmesinden bahsediyor...

      Ünlü "Marshmallow Testi" ni duymuşsunuzdur. Bilmeyenler için bu test şu şekilde uygulanıyor. Deneyi yapacak kişi önce çocukla bir odada bulunuyor. Çocuk için oldukça baştan çıkarıcı olan bir çikolatayı çocuğun önüne koyuyor. Çikolatanın yanında bir de zil bulunuyor. Ve şöyle diyor. Şimdi burada bir çikolata var. Benim dışarıda biraz işim var eğer ben gidip dönene kadar beklersen sana bir çikolata daha vereceğim. Ama beni beklemeden bunu yersen sadece 1 çikolata alacaksın. Ve zili çalıp bana haber vereceksin. Ama eğer benim dönüşümü beklersen sana 1 çikolata daha vereceğim. Deneyi gerçekleştiren kişi daha sonra sınıftan çıkıp dışarıda çocuğun davranışlarını gözlemliyor. Çocuk çikolatayı yerse zili çalıp uygulayıcıya haber veriyor ve uygulayan kişi odaya dönüyor ve çocuğa sadece 1 çikolata veriyor.

       Peki, çocuk odada bu çekici çikolata ile baş başa kaldığı sırada neler oluyor dersiniz? Deneyi yapan kişi daha odadan çıkmadan çikolatayı mideye indirenler mi ararsınız, yoksa kendini tutup söz verilen ikinciyi kazanmak için odada dikkatini dağıtmak üzere gezinen, koşan, şarkı söyleyen çocuklar mı? Çikolatayı sürekli eline alıp bırakanları mı yoksa biraz bekledikten sonra pes edip yiyenleri mi? Bunların hepsini görmek mümkün. İşte bu sırada deneyi yapan kişinin odaya geri dönmesini bekleyen sabırlı çocuklarla, onun gelmesini bekleyemeyip çikolatayı yiyen çocuklar arasında farka bakılıyor.

     Zevki Erteleme Testi ile aslında iki önemli şey gözlemleniyor. Bunlardan birincisi kendini kontrol edebilme becerisi diğer ise bekleyebilmenin onun için ne kadar yapılabilir uygulanabilir bir şey olduğu. Yani çocuğun hem güdülerini kontrol etmesi hem de beklerse daha iyisini kazanmanın mantıklı olduğunu düşünüp karar verebilme becerisini göstermesi bekleniyor. İşin içinde hem duygu hem de mantık var.

      Peki biz hazzımızı ne kadar erteleyebiliyoruz? Bazı uçlarda takılmayı seven ve hayata negatif yönünden bakan arkadaşlar yıllardır birtakım söylemlerimden ve davranışlarımdan geri kafalı olduğumu düşünürler ama ya hedeflediğim nokta onların sınırlı düşünebildiklerinin çok daha ilerisindeyse? Benimde hatalarım ve yanlış yaptıklarım oldu, oluyor ve hatta olacak. Aynı yolları deneyip farklı sonuçları beklemek deliliktir demiş Albert Einstein... Söz dönüp dolaşıp gene aynı yere geliyor. Kısa vadede haz aldığınız her şey sizde de uzun vadede memnuniyetsizlik oluşturuyor mu? Kendimizi neden hep sonunda mutsuzluk sarmalına bağlayan işleri yapmaya mecbur hissediyoruz?

22 Kasım 2017 Çarşamba

Özeleştiri ve Tecrübe...

        Bu iki kavramı özellikle beraber verdim çünkü birbiriyle çok bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Bir söz vardır ya "Gerçek dost yüzüne gülen ve her şeye olur diyen değil, hatalarını söyleyen ve gerektiği yerde kendini sorgulamana yardım edendir" diye... Hayatımızda bizim için önemli olan bazı durumları seçemeyiz. Ailenizi seçemezsiniz yada doğdunuz yeri seçemezsiniz ama nasıl bir hayat yaşayacağınızı, kimleri yakınınızda tutup kimlerle mesafeli olacağınızı belirlerken, aldığımız insayitifler doğrultusunda kararlar alırız. Yaşam kalitenizin ölçüsünü belirlerken, yakın temas halinde olduğunuz kişilerin samimiyetlerinin de önemli bir kriter olacağını atlamamak gerek.

 




      Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayı seven bizler için en kolay durumlardan birisi de yargılarımız olur ve buda genellikle önyargı olarak tezahür eder. 2011 yılı Temmuz ayına kadar spor ve siyaset konusunda keskin çizgilerim vardı. Seyrettiğim haberlerden "Algıda Seçicilik" yapıp sadece kendi fikirlerim doğrultusunda olanları dikkate alıp, fikirlerimin zıttı yönünde olan haberleri dikkate almazdım. O zamanlar bu uçlarda dolaştığım ve uğruna saatlerce tartışarak gelişme potansiyelimi düşürdüğüm konularda empati yapacak kadar empati duygum gelişmemişti. O tarihten sonra yaşadığımız her travmada şunu gördüm. İnsan, yaşadığı travmada yaptığı hatadan ders çıkarırsa hem empati yapabilme yönü gelişiyor hem de özeleştirisini yapıp kendi vicdanında kendini sorgulayabiliyor. Özellikle de dibe vurduğunuz anlarda bunu yapabilecek kişinin sadece siz olduğunun idrakına varırsanız işte o zaman gerçek cesarete sahipsiniz demektir.

     Hata yapmaktan korkmayın ama aynı hatayı tekrar yaparsanız da bunun adının hata değil yanlış olacağını bilin. Bu zamana kadar çok hatalar yaptım, hala yapıyorum ve belki önümüzdeki süreçte daha çok yapacağım çünkü eskiden özgüvenim düşük olduğu için risk almamayı tercih ediyordum. Bu saatten sonra ise kendime çizdiğim yol doğrultusunda doğru bildiğimi yapıp hata yapsam da kendimi her seferinde geliştirmeye devam edeceğim. Edison'un kaçıncı denemede başarılı olduğunu ve daha önceki başarısız denemelerinin onu başarıya götüren sebep olduğunu biliyorsunuz değil mi?

21 Kasım 2017 Salı

Empati..

        Sözlükteki anlamına bakarsak empati, bireyin kendini başkalarının yerine koyabilme yetisi demektir. Hayatımızda çok önemli yere sahiptir. Yaşanan anlaşmazlıkların, çatışmaların temelinde empati eksikliği yatar. Fazlası da iyi değildir aslında.. Herşeyin aşırısı zararlıdır ama empatinin aşırısı hayatı zehir eder. Başkalarına göre kurulan bir hayat, karakterinden taviz verme ve karşındaki kişilerin söylemleri kişi için son derece önemlidir. Aşırıya kaçmamak suretiyle empati yapmak; sosyal ilişkileri geliştirmek, kişiye farklı açılardan olaylara bakabilme yetisi, aile-iş-özel hayatında birçok problemi çözebilme yetisi, kişiye gerekli farkındalığı kazandırma yetisi ve kişi gelişmeyi istediği taktirde birçok yetiyi kazandırmaktadır. Kişisel gelişimin ilk adımıdır.



        Bazı entel ve konuya hakim kişiler, (ki bunun içinde toplumun önde gelen kişileri de vardır) kişisel gelişimin tek başına yetersiz olduğunu varsayarlar. Yine bazı muhafazakar çevrelerde kişisel gelişimin insanı bencilleşmeye ittiğini öne sürerler. Olaya baktıkları açıdan bakarsak kendilerine göre haklı bir sebepleri olabilir bununla birlikte şahsi fikrim kişiler kendini geliştirmeden o toplumda gelişemez. Cemaatleşme olgusu üzerinden itiraz edilen kişisel gelişime zaten kafadan bir itirazım söz konusu ama o konuya daha sonraki yazılarımda "Kişisel Gelişim ve Muhafazakarlık" başlığı altında değineceğim.

       Etrafımızda belki de her gün farklı empatisizlik örneklerini görebiliyoruz. Trafikte, yaya geçitlerinde yayalara yol vermemek en sık görülen empatisizlik çeşidi olarak hemen göze batıyor. Engelli park yerine park etmek yada başkalarının mutsuzluğundan kendine mutluluk çıkarmakta en çok görülenlerden ama toplumun büyük çoğunluğunda gördüğüm, belki de özel sebeplerden dolayı etrafımda biri yaptığında hemen fark edebildiğim bir durum olan, kişilerin başkalarının annelerine, kardeşlerine veya tanıdıklarına bakarken takındığı beden dili ile kendi annesine, kız kardeşine veya herhangi bir kadın tanıdığına bakılırken ki aldığı şekil 180 derece farklı olabiliyor. Aslında bu durumu özetleyen çok güzel bir söz var ve bu durumu herkes hayatında uygulayabilse kişisel gelişimden toplumsal gelişime doğru giden yolda büyük bir mesafe alırız.

SANA YAPILMASINI İSTEMEDİĞİN BİR ŞEYİ BAŞKASINA YAPMA..

15 Kasım 2017 Çarşamba

Hayata hangi açıdan bakıyorsun?

     İnsanın hayata hangi açıdan baktığı pek çok yönden önemli. Öncelikle karşısına çıkan problemlerin içinde sıkışmak yada o problemi çözmek adına ve andan keyif alma adına önemlidir hayata hangi açıdan baktığın... Yakın bir zamana kadar içlerinde ben ve çok yakınlarımın da bulunduğu bazı kişilerin kendilerini tanımlamak için kullandığı sözcükler genelde aynıdır. "ZOR BİRİYİM"

    Tecrübelerimin bana öğrettiğine bakarak kendimize söylediğimiz bu zor biriyim yalanı aslında kendi çelişkilerimize bir kılıf bulup kendimizi bu sözlerle tatmin etmekten başka bir şey değil.
Aslında zor olan biz değiliz. Yaptığımız şey sadece kendi adımıza ve yanımızdakilere, aldığımız çelişkili kararlarla ve sıkışmışlıklarla hayatı zorlaştırmaktan ibaret.. Eskiden bende bunları yaşayan biriydim. Sırf birileri kırılmasın diye kendimden taviz verdim. Sadece değer verdiğim kişilere hayır diyemiyorum diye çelişkili kararlar alıp, ondan sonra da neden böyle yapıyorsun dediklerinde ben zor biriyim diyordum. Bir gün Cengiz Erşahin'in "Stres, Kendine Güven,  Mücadele Ruhu" kitabında şu cümleyi okudum. "Herkes geçici olarak cesaretsiz ve mutsuz olabilir. Hayat zordur ve hepimiz zaman zaman dibi boylarız. Ancak dipte kalmamalısınız. Buradan kurtulmanın ilk adımı, durumu düzeltebilecek kişinin siz olduğunu fark etmektir"

   Bu benim fitilimi yakan ilk ateş oldu. Daha sonra cesaret edipte yüzleşemediğim konuların üzerine tek tek gidip çözebildiğimi çözdüm. Çözemediğimi de hazır çözülmemişken buzluğa koyup hayatımdan çıkardım. Özgüven'in verdiği cesaretle de hayatımda farklı bir sayfa açıldı. 3 Mayıs 2017'den beri daha önce aşamadığım eşikleri birer birer sırası geldikçe atlıyorum. Eskiden kılavuzu olmayan gemi gibi nereye gideceğini bilmezken şimdi ise zaman ayarlı hedeflerim doğrultusunda, elimden gelen çabayı sarfederek değiştirebileceğimi değiştirip, değiştiremeyeceğimi tevekkülle karşılıyorum.

   Bu arada hayata negatif açıdan bakan insanları nasıl anlarsın diye sorarsanız? Mahalle baskılarının yoğun yaşandığı konularda (Spor,Siyaset,Din) kendi tuttuğu takımdan çok rakip takıma nefret besliyorsa yada kendi ideolojisinden çok rakip X siyasi partisinden yada X siyasi kişisinden nefret ediyorsa ve son olarakta başkalarının yaşam tarzını sürekli "Dinsizlikle yada Yobazlıkla" ifade ediyorsa bu kişinin tuttuğu takım, yaşam tarzı ve oy verdiği partiye bakılmaksızın keskin çizgileri var demektir. Son olarakta şunu üstüne basa basa söylemeliyim ki; NEGATİF İNSANLARLA TAKILIRKEN POZİTİF BİR YAŞAMINIZIN OLMASINI BEKLEYEMEZSİNİZ...

  

Tevekkül...

   Son zamanlarda çok sevdiğim bir dua var..

Allahım; Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET,
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR,
İkisinin arasındaki farkı bilmek için AKIL, ver.
Hz. Mevlana...


     Tevekkül demek, bir kişinin bir olay karşısında elinden gelen gayretin,çalışmanın yapıldıktan sonra gerisini Allah'a bırakmasıdır. Yapılan DUA'dan sonra kişinin elinden gelen ÇABA' yı SABIR'la sarfedip sonuç olumlu da olsa olumsuz da olsa ŞÜKÜR halinde olmamızdır bence de Tevekkül.. Diyebilirsiniz ki olumsuzsa niye şükredelim? Bizim zaten şükretmemiz için illaki bizim için iyi bir olayın olmasını beklemememiz gerek orası ayrı konu da;

  Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur. Kimi zaman da sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olabilir. Netice itibarıyla neyin hayır ve neyin şer getireceğini sadece Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara, 2/216)

    Olumsuz gibi gözüken, hatta benim zamanında Allah'ım neden bunlar benim başıma geliyor diye hayıflandığım yaşadıklarımın aslında hepsinin birer sebebi olduğu ve bu sıkıntılardan ders almak istenildiği taktirde kişinin kendi zayıf yönlerini bulup onları geliştirmesi yönünde bu sıkıntıların Allah'ın bize hediyesi olduğunu anlamam tam 35 yılımı aldı... Benim bu yazıları buraya yazmakla yada ilerde Vlog haline getirip yayınlamak istememdeki amaç; tabii ki herkesin bir öğrenme süresi ve yaşayacağı olumlu/olumsuz tecrübeler var ama benim kendimi tanımaya ve kendimi geliştirmeye karar vermem de en çok faydalandığım yakın arkadaşlarım ve youtube kanalları vesile oldu. Belki bende ilerleyen dönemler de birilerinin kendi özelliklerinin farkına varmasına vesile olmuş olurum ve  bu yönde bir kişiye dahi olsa gideceği yolda ışık tutmuş olmanın, gerçekten de yapılabilecek güzel iyiliklerden birine vesile olduğunu düşünüyorum. Özellikle Haluk Tatar'ın Video Eğitim isimli kanalı gerçekten kendini geliştirmek isteyenlere çok faydalı oluyor..

13 Kasım 2017 Pazartesi

Değişim..

     Bilgenin biri, gençliğinde bütün dünyayı değiştirmenin peşindeymiş. Dünyayı değiştirip, dünyadaki olumsuzlukları asgariye indirmenin mümkün olabileceğine inanarak 40 yaşına gelmiş. Bu yaşına geldiğinde bakmış ki, dünyayı değiştirmek mümkün olamadı, bari ülkemi değiştireyim, diye düşünmüş. Ülkeyi değiştirme projesi ile yaşı gelmiş 60’a dayanmış. Ama ülkesini de değiştirmeyi başaramamış. 10 senesini de yaşadığı şehri değiştirmek amacına yönelik olarak geçirmiş. Yaşı 70’e gelip dayandığı halde yaşadığı şehri de değiştirmeyi başaramamış. Bari ailemi değiştireyim, diye düşünmeye başlayınca, ailesini yanında bulamadı, doğal olarak. Bari kendimi değiştireyim demeye başlayınca da, doğal olarak iş işten geçmiş oldu. Aslında bilge başlaması gereken yere 80 yıl sonra gelmiş; 80 yaşında şunu anlamış ki takip etmesi gereken sıralama aslında tam tersi olması gerekiyormuş..

    Değişim neden gerekli? Zihnimizi, modern tüketim hayatının ve beraberinde getirdiği çelişkilerden kurtarmak için gerekli. Kiminle konuşsam son zamanlarda sanki karşı taraftan söz birliği yaparcasına aynı cevaplar geliyor.  "Sorma Metin, kafamda bin tane tilki var" yada "Ne yapılacağını biliyorum ama uygulayamıyorum" gibi cevaplar, etrafımdaki herkesin ortak sloganı olmuş durumda.. Ben bir değişim süreci geçiriyorum ve itiraf etmeliyim ki bu süreç kolay değil. Kendi gelişimimi sağlamak için bir tarihi milat olarak belirledim.(Örneğin bu tarih benim için 3 Mayıs 2017) Tabi bu sürece girmek istememin en büyük nedeni; yaşadığım sıkıntıların birikmesi ve bunlara köklü bir çözüm bulmak için harekete geçmek zorunda olduğumu hissetmem.. Ve o tarihten önce beni gelişmem için engelleyen bütün engelleyicilerden (ilk makalemde bahsettiğim modern uyuşturuculardan) ve hayatımda bireysel olarak gelişmemi engelleyen fazlalıklardan kurtuldum. Engelleyicilerden kurtulma aşamasına karar vermek iç dünyam açısından kolay olmadı. Fazlalıklardan kurtulma aşamasında ise işe ilk olarak küfürü hayatımdan çıkararak başladım. İlginçtir küfürü bıraktığım için arkadaş ortamlarında kendisine göre gözüne kestirdiği zayıf halkayı "ortamda gömme" diye tarif ettiğim aslında Sam Horn'un "Sözlü Dövüş Sanatı" nda yazdığı gibi altyapısız ego sahibi kişilerin kendi egolarını tatmin eden ve kendileriyle son uyarı konuşmasını yaptığımda daha da agresifleştiğini gözlemledim. Kısaca küfürü hayatımdan çıkardığım için eskiden şaka ile karışık egosunu tatmin edenler bu sefer durumu kabullenmemeye başladılar. İlk başta uzun süredir muhattap olduğum kişilerden böyle bir tepki almak olumsuz bir durummuş gibi gözükse de ilerleyen dönemlerde bu durumun bana getirisi çok daha güzel oldu aslında burada da altın sabır kuralı işledi.

    Gelişmenizi engelleyen engelleyicilerden kurtulup kendinize yeni hobiler ve sportif faaliyetler edindikten sonra, sizi geriye çeken fazlalıklardan kurtulup ilerlemenize destek olan arkadaşlarınızın pozitif destekleri sizin yolunuzu zaten kendiliğinden güzel bir yola dönüştürüyor. Pozitif bir bakış açısıyla hayata bakmaya başlıyorsunuz ve yaşadığınız olumsuzluklarda bile olumlu noktaları görebiliyorsunuz. Olumlu kararlar diğer olumlu kararları beraberinde  çağırıyor.Burada önemli olan niyetiniz ve bu niyet dahilinde harcamanız gereken çaba. Yani kısacası siz, yolunuzu seçip ona göre hareket ettikten sonra Allah sizin bu yolda yürümenize yardım ediyor.. 

10 Kasım 2017 Cuma

Dürüstlük ve İyiniyet...

      Günümüzde çok nadir bulunan 2 özellik haline gelen dürüstlük ve iyiniyet, bu özelliğe sahip olan insanlarda bile aşırı suistimalden artık kullanmaya korkar hale gelinecek seviyeye geldiler. Üstün Dökmen'in Ladesçi kitabında söylediği gibi artık yaşantımız neredeyse birbirini kandırma üzerine kurulu hale geldi.O kitaptan çok sevdiğim bir örnek olan, "Bütün ülkelerin Milli Savunma Bakanlığı var ama kimse kimseye saldırmıyorsa bu savaşlar neden oluyor?" tespiti de bu yaşadığımız hayat kandırmacasının bir parçası olmalı...Peki bize dürüst olmak yerine dürüst olmamayı tercih ettiren sebep veya sebepler ne?
      En büyük sebep hiç şüphesiz baskı. Baskı.. bu çok kapsamlı bir kavram. Genellikle mahalle baskısının egemen olduğu her ortam olabilir. Genelde toplumsal olaylarla ilgili mahalli baskılar daha çok siyaset, futbol taraftarlığı ve dini çevrelerde ağırlıklı olarak çoğunluktan ayrılıp azınlık olmamak için yaşansa da iş yerinde, evde, mahalle de yada ikili ilişkilerde,  karşı taraftaki kişi eğer hayatımızda önemli bir yere sahipse kendimizden taviz verip yalan söyleyebiliyoruz. Bir de "Beyaz Yalan" tabiri var. Değer verdiğimiz kişiyi daha çok üzmemek için hem yalanı hem de kendimize göre iyiniyeti bir arada söyleyebiliyoruz. "Aman Ali Rıza Bey, tadımız kaçmasın" modunda... Tecrübelerime dayanarak şunu söyleyebilirimki aslında en tehlikesizmiş gibi görünmesine rağmen bir sarmal haline geldiğinde en tehlikeli yalan çeşidi bu oluyor.
     Hazır iyiniyetten bahsetmişken, zamanımızda dostlarımız tarafından bile en çok suistimal edilen konu iyiniyetimiz. Hayatımızın her alanında etrafımızda bizi hem maddi açıdan hem de manevi açıdan suistimal etmeye hazır kişiler vardır. Benim iyiniyetin suistimali konusunda tecrübelerime dayanarak bir çözüm önerim var. Eğer sizde benim gibi olaylara ve etrafınızdaki kişilere iyiniyetle yaklaşıyorsanız ve iyiniyetiniz artık sistemli bir şekilde suistimal ediliyorsa suç, karşınızdaki kişide değil sizde.
     Peki suistimal ediliyor diye iyiniyetimizden vaz mı geçeceğiz? Ya da insanları üzmemek için "Beyaz Yalanlar" sölemeye devam mı edeceğiz?  O zaman bizi biz yapan özelliklerden vazgeçmiş olmuyor muyuz? Kişisel çözüm önerim; hem hayatımda uyguladığım hem de uygulamadan sonra içsel olarak çok rahatladığım uygulamayı söyleyeceğim. Dürüstlük her daim insanın canını önce kısa süreli acıtsa da uzun vadede kendinizi iyi hissetmenizi sağlıyor. Dolayısıyla o bunu duyarsa yada şu şöyle düşünürse üzülür diye düşünmeyin. Olabildiğinizce etrafınızdaki insanlarla dialoğunuzda açık olun zaten açık olduğunuzda da insanlar sizle konuşmayacaksa bırakın konuşmasın.  Benim son günlerde daha sık telafuz ettiğim bir dua var. Allah hepimize kısa süreli kayıplar (TECRÜBE) versin.

  

8 Kasım 2017 Çarşamba

Özfarkındalık..

Özfarkındalık, kişinin kendi olumlu ve olumsuz yanlarını bilme, olumsuz yanlarını azaltıp olumlu yanlarını geliştirerek kişiyi başarılı olmaya götüren yolun başlangıç aşamasıdır. Hem dikkatli ve düşünceli olma hali, hem de şefkat ve sabır günlük uygulamalar haline geldiğinde, dinginlik ve iç huzuru ile sonuçlanır. Modern toplumumuzda gözlemlediğim kadarıyla günlük hayat koşuşturmamızda insanların özfarkındalığa ulaşmasını etkileyen bazı unsurlar var.  Bunlardan en çok görülenleri;

  1. Nomofobi: Mobil cihaz bağımlılığı. Metrobüste, metroda, vapurda, otobüste yolda işte kısaca görebildiğiniz her yerde 10 kişiden minimum yarısı elinde telefon, laptop yada  mobil cihazla bazen sırıtarak genellikle de öfkeyle sosyal medyaya bağlanan insanlar görüyoruz.. Özellikle Facebook, İnstagram, Twitter gibi sosyal medya mecralarında takılan kişilerin % 95 'i günün tamamına yakınını mutsuz geçirmesine rağmen anlık mutlu olduğu durumları sosyal medyada paylaşarak mutlu bir hayatı varmış gibi görünmeyi ve kendini o şekilde göstermeyi seviyor. Geri kalan gerçekten mutlu olan kişilerin birçoğu da bunu mutlu görünümlü mutsuzların gözüne sokarak bir nevi onları tetikliyor.
  2. Erteleme Hastalığı: Bir meselenin çözümü hakkında ne yapılması gerektiğini biliyorsanız fakat uygulamaya geçemiyorsanız muhtemelen erteleme sarmalına bulaşmışsınız demektir. Bazen mükemmeliyetçilik, bazen başarısızlık korkusu ve genellikle de odaklanamama kişiyi yapacağı işten alıkoyar. Bu noktada birde Mazeret faktörü var tabi. Oscar ödülü törenlerinde "En iyi senaryo" ödülü alan yönetmenleri kıskandırırcasına... 
  3. Sabırsızlık: Modern tüketim toplumunun bize verdiği "Anlık Haz" duygusuyla, sadece maddesel değil manevi olarakta kendimizi farkında olmadan tüketiyoruz. Mesela hayatımın geçmiş evrelerinde kısa sürede emek harcamadan gelen mutluluğun devamı olmamıştır. Buna ilk aşamada kısa zamanda sorumlulukları unutturan bir önceki yayınımda paylaştığım modern uyuşturucular dediğimiz Tv dizileri, konsol-mobil oyunlar, sosyal medya bağımlılığı, kafelerde oynanan kağıt-taş oyunları vs gibi.. Birde bunun ikinci aşaması var ki, içki-kumar-meşru olmayan cinsellik şeytan üçgeninde nefsimizin hoşuna gitse de ilerleyen dönemlerde manevi açıdan büyük bir boşluğa sürüklüyor. Tam tersi işin başlangıcında bol sabır ve zorluk isteyen işlerinde mükafatlandırılması daha güzel olmuştur hep hayatımda...
  4. Geçmişe saplanma ve geleceğin kaygıları arasında "ŞU ANI YAŞAYAMAMA": Sizin de etrafınızda size 10-20 yıl önceki olayı hiç bıkmadık bir şekilde defalarca hatırlatan insanlar var mı? Ya da "Yarın savaş çıkacak", "kıyamet milenyumda kopacak olmadı 2012'de Maya Takvimine göre kesin kopacak" gibi komplo teorileriyle dolaşanlar? Bu kadar abartılı olmasa bile sürekli geçmişte kalıp yada gelecek kaygısıyla şu anı yaşayamama durumu da ne yazık ki yaşadığımız anın farkına varmamızı engellemeye sebep oluyor.

6 Kasım 2017 Pazartesi

Kişisel Gelişim Nedir?

Kişisel Gelişimin başlaması için, kişinin kendini tanıması, hangi alanlarda hangi safhada bulunduğunu belirlemesi ve eksik olduğunu düşündüğü alanlarda kendini geliştirmeye karar vermesi, gerekir. Nerede olduğumuzu ve nereye varmak istediğimizi ve varmak istediğimiz yere ulaşmak için nelere ihtiyacımız var diye hayatımızı gözden geçirmemiz gerekir... Kişisel gelişimin kitaptaki tanımına baktığımız zaman karşımıza bu cümle çıkıyor. Buna katılmakla birlikte kendimden örnek verecek olursam kendimi kişisel olarak geliştirmeye başlama sebebim, ağaçlar ve orman arasındaki ilişkiye benziyor.  Hayatımın farklı  alanlarında birbirine toprağın altından bağlı ve üstte hiç birbiriyle bağlantı yokmuş gibi gözüken, paydaşlarına bakıldığında ise ortak çok sayıda yakın zamana kadar adlandıramadığım çelişkilerimin yer aldığı, hayatın karşıma çıkardığı sorunlar karşısında hep neden benim başıma geliyor sorularını sorduğum, yaşadığım olumsuzluklara yine yakın bir zamana kadar adlandıramadığım, sorunlarımı geçici olarak bana empoze edilen modern uyuşturucularla (tv dizileri, bilgisayar oyunları, sosyal medya bağımlılığı, sonu hiç bir yere ulaşmayan ve kimsenin kimseyi ikna edemediği kısır siyasi,futbol tartışmaları, sürekli bir şeyleri tüketme arzusu, kısa vade de alınan hazzın yada emek harcamadan kazanılan paranın çekiciliği gibi.. ) kafamı kuma gömüp yaşadığım sorunlardan kurtulduğumu düşündüğüm bir süreç yaşadım. Bu sürecin devamı bir gün sorunlarımın maksimuma ulaşıp kendi hayatımla ilgili radikal değişiklikler yapmam gerektiğine inandığım ve bu doğrultuda elime bir A4 kağıdı alıp tespit, teşhis, tedavi yöntemiyle kiminle ne sorunu yaşadığım ve yaşadığım sorunlarda ilk başta özeleştirisel bakarak kendi hatalarımın farkına vardığım, bu doğrultuda beni geriye çeken yukarda saydığım bir çok kötü alışkanlığı geride bırakıp yerlerine bana bugüne kadar hükmeden zamana artık benim hükmettiğim, kendime müzik, spor gibi iç huzurumu yakalamaya çalıştığım, disiplinli ve sabır gerektiren arka bahçeler oluşturduğum, Bilgi'ye fazlasıyla önem verdiğim bir reçete yazdım. İlerleyen günlerde gördüm ki etrafımda benim yakın zamana kadar yaşadığım gibi sorunları olan çok sayıda insan var. Bu sorunlar benimde içine dahil olduğum  içe dönük kişilerde ÖZGÜVENSİZLİK olarak gösteriyordu. Dışa dönük kişilerde ise YÜKSEK EGO olarak tezahür ediyordu.  Lafı fazla dolandırmadan ilk yazımın ana fikri olan cümleyi sonda belirtmek isterim. Bir insanın kendisini kişisel olarak geliştirmeye karar vermesi için başarısızlık hikayeleri (Tecrübe), kendisini karşısındakinin yerine koyabilme yetisi (Empati) ve kendi hatalarını kabullenebilmesi (Özeleştiri) gerekir. Bir de bardağın dolu tarafından bakmak var ki; bunu eğer kişi önceki olumsuz tecrübelerinden ders çıkarmak istediği taktirde elindekiyle yetinebilmek, her şerden bir hayır çıkarabilmek, başımıza gelen sıkıntıların aslında bize eksiklerimizi gösteren bir müjde olduğunu görebilmek ve BİR GÜN DAYANMANIN BİR ANLAMI KALMADIĞI GİBİ GÖZÜKEN SIKINTILARDA O SIKINTIDAN KENDİNİ KURTARACAK KİŞİNİN YİNE SADECE SEN OLDUĞUNUN FARKINA VARABİLMEKTİR...

Travma..

                    Stres, genelde bilinenin aksine dozu aşılmadığı zaman faydalı da bir şeydir. Stres ile karşılaşan kalp, vücut ka...

Bu Blogda Ara